1973 yılında öğretmen bir anne ile doktor bir babanın kızı olarak doğdum, baharı müjdeleyen kardelenlerin açtığı bir mart ayında… Çocukluğumdan beri büyüyünce hangi mesleği seçeceğimi biliyordum; doktor olacaktım.
1990 Yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne başladım.
Okulun 4. Sınıfında Acil servisi keşfettim, ama acil cerrahi tarafını… Oradaki hareketli hasta döngüsü, hastalara yapılan cerrahi müdahaleler, doktorların bilgi birikimleriyle olduğu kadar elleriyle de hastalara hızlı bir şekilde şifa verebilmesi beni büyülemişti. Sadece ilaçların etkisini beklemek, hem de bazen uzun süre beklemek yerine, kesilmiş bir yarayı dikmek, bir apseyi boşaltmak, iltihaplı bir organı ameliyatla çıkartarak hastayı nispeten daha kısa sürede sağlığına kavuşturabilmek beni çok heyecanlandırmıştı. Hiç düşünmeden, çevremdekilerin tüm itirazlarına rağmen cerrah olmayı seçtim.
Ve macera gene Cerrahpaşa’da devam etti, 1996 yılında Genel Cerrahi asistanlığına başladım. Sayısız hasta, sayısız uykusuz gece ve emek, binlerce kimi mutlu kimi hüzünlü anı, üzerimde çok emeği olan asistan abilerim ve minnetle andığım hocalarım; hala görüştüğüm, kardeş bildiğim birkaç asistan arkadaşım… Yıl 2002, artık Genel Cerrahi Uzmanıydım.
Mecburi hizmet kurasında çektiğim Karabük’ün Yenice ilçesi ile doktorluk hayatım başladı. Hayatıma giren yeni insanlar, dostluklar, zorluklar, ayakta kalabilme ve mesleğimi layıkıyla icra edebilme mücadelesi…
Yıl 2004, yeniden İstanbul’dayım… Hayatın bir akış olduğunun ayırdına vardım ve bıraktım kendimi kaderin rüzgarına…
Önce Özel Çapa Hastanesi, sonra İstanbul Cerrahi Hastanesi’ne götürdü rüzgar beni. 2.5 Yıl Reflü Merkezi’nde çalıştım… Sonra yeniden esti ve 2007 yılında Baykent Tıp Merkezi, 2008’de İnternational Hospital ve buradaki ekip ile birlikte 2009 yılında Acıbadem Maslak Hastanesi’nde buldum kendimi. Her biri farklı tecrübeler kazandırdı bana. Hastaların hayatına dokundum, onların güneşi oldum… Onlar da büyüttü, yonttu beni, şimdiki Ben’e götüren yol oldu…
Yaş aldıkça insanlara ve dolaylı olarak hastalara da daha farklı bir gözle bakmaya başladım, doktorluğum da evirildi. Doktor olarak en iyisini yapmaya çalışsak da, her hastanın kendine özgü bir hastalanma ve iyileşme süreci olduğunu deneyimledim. Görünenin ötesinde bir şey vardı bana okulda öğretilmeyen, kitaplarda hiç rastlamadığım… Ve kader 2011 Nisan’ında bir gazete yazısı ile önüme koydu adını bilmediğim ama varlığını hissettiğim şeyi, Homeopatiyi…
Nasıl olmuştu da yüzyıllardır bütün dünyada kullanılan bir tedavi yöntemini hiç duymamıştım, duymamıştık. Şaşırmak anlamsızdı, demek ki doğru zaman şimdiydi… Ve 2011 Yılında Homeopati Derneği’nde başlayan eğitimim, Medipol Üniversitesi’nde son buldu ve ben Genel Cerrahi ve Homeopati Uzmanı oldum. 2011-2018 yılları arasında yarı zamanlı olarak İstanbul Tıp Merkezi’nde çalışırken, bir yandan da Homeopati konusunda olabildiğince çok şey öğrenebilmek için İleri Homeopati eğitimlerine devam ettim.
Şimdi insanlara heyecanla, bıkmadan usanmadan adını bile söyleyemedikleri Homeopati’yi anlatmaya çalışıyorum.
Gerektiğinde Genel Cerrahiyi, gerektiğinde Homeopati’yi kullanarak; sık olarak ikisini de harmanlayarak hastaları daha çabuk, daha nazik ve bütünsel olarak iyileştirmeye çabalıyorum.
Amacım, gerekmedikçe kimyasal madde kullanmamak, insanların kendi yaşam güçlerinin farkına varmalarını sağlamak ve içlerindeki hayat enerjisini doğru şekilde uyararak daha sağlıklı, daha doyumlu ve mutlu bir yaşam sürmelerine yardımcı olmak. Ustanın dediği gibi;
“Ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana”
Hayata geliş nedenim doktorluk mesleği aracılığı ile insanların hayatlarına dokunabilmek bana göre… Ama işimin dışında da hayatıma anlam katan, beni duygusal ve zihinsel anlamda zenginleştiren değerlerim var. Canım ailem, dostlarım, arkadaşlarım, parktaki kedilerim…
Ve sanat, özellikle de tiyatro ve sinema… Fotoğraf, geziler, kitaplar, sevdiklerimle bir fincan çay eşliğinde yapılan doyumsuz sohbetler…
Doğa ile bütünleşmek, doğanın korunması, ambalaj atıklarının geri dönüştürülmesi, dünyanın daha güzel bir yer haline getirilmesi… Yel değirmenlerine karşı Don Kişot’um belki de…
Ama bunlar da beni mutlu eden ve her şeye rağmen yaşama tutunmamı, umutla devam etmemi sağlayan değerler…
Çünkü aslolan yaşamak ve yaşatmaktır, öncelikle zarar vermeden.
Primum non nocere…
Op.Dr.Emel GÜLER